27 Ekim 2009 Salı

iki

tam zamanını hatırlamıyorum. buna neyin sebep olduğunu da. sadece nasıl hissettiğimi biliyorum. çok yalnız, neredeyse terkedilmiş. bir o kadar da suçlu ve kabullenmiş.

bir sabah uyandım. inandığım hiçbir şey bana günaydın demedi.

nereye kaybolduklarını merak ettim. yatağımın altına baktım, odaları şöyle bir dolaştım, en son buzdolabına bir göz attım. bir ağrı kesici aldım. o sabah kafamda onlarca ölümün ardından gelen bir doğum sancısıyla uyandım.

pek bir şey değişmemişti sanki. artık içimde ne allah korkusu kalmıştı, ne aile sevgisi, ne de toplum öğretisi. öyle bir reddedişti ki bu, o sabaha kadar neyle yaşadıysam silinmiş, ardında kocaman bir boşluk bırakmıştı. ayaklarımın altındaki zemin kaybolmuştu sanki, sırtımı yasladığım duvarlar, tutunduğum dallar birden gitmişti. çok, çok yalnızdım ve o zamana kadar "iyiliğim için" dayatılan her şeyi reddetmekle suçluydum. yer yarılsaydı da içine girseydim, bu halimle cehennem bile kabul etmezdi beni. ama kıyamet kopmamıştı, pek bir şey değişmemişti. hayat devam ediyordu ve okula gitmem gerekiyordu.

hazırlandım, servise bindim, okula gittim ve dersin başlamasını beklerken kafamı masaya koyup duvarı izledim. ya çok donuktu bakışlarım ya da gözlerimi kırpmıyordum. birileri gelip merakla suratıma baktı, omzuma dokundular. kafamı kaldırmadan gözlerimi onlara çevirdim, bir şey söylemedim. neden ölü gibi göründüğümü sordular. yaşadığımı söyledim.

bunların ne zaman olduğunu düşündüğümde hep 12 yaşım gelir aklıma. sanki ilkokulun bitimi sadece öğrenmek değil, öğrendiklerimden sonuç çıkarmak için uygun bir yaşmış gibi. masum yaşadığım son yılmış gibi. sonrası tam bir katliam.

anka kuşu kendini yakar ve küllerinden yeniden doğar. peki aynı kuş olarak doğabilir mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder