12 Ekim 2009 Pazartesi

iki

bir hatamı yakalamıştı. pek de incelikli göstermişti yazdıklarımı yeniden okumadığımı. dikkatsizlikti işte canım... zaten bu yazar kısmı çok dikkatli olsaydı redaktörler ne işe yarayacaktı?

her neyseydi efendim, her neyse.

bir cumartesi akşamıydı. bir oturma odasıydı. bir muhabbettir gidiyordu. bira vardı. soğuk soğuk, güzel güzel dökülüyordu boğazlardan. ılık sütten çok farklı, bin kere içilmiş biralar ve bin kere kurulmuş cümleler vardı etrafta. sosyalleşmek diyorduk bunun adına.

sonra bir adam geldi, yanıma oturdu. bin kere gördüğüm değil ama az çok tanıştığım, "ne var ne yok" seviyesinde olduğum bir adam. kafası çok güzel olsa gerekti, evdeki tek kadınla kadınlar hakkında konuştu. ikimizde de masumiyetten eser kalmamıştı herhalde. ama o umutsuzca arıyordu, ben kaybetmiş olmaktan memnundum.

çünkü yıllarca bir sürü bilgi biriktirmiştim kafamda. şimdi pek çok konu hakkında konuşabilir, ufacık bir falsoda insan harcayabilir, gerekli görmediğim herkesi eleyebilirdim. öyle bir eleme süreciydi ki bu, çevremde gereksiz insan kalmamıştı. kafamın içi beyazdan o kadar uzaktı ki, bir kere aşık olmayı denemiş, denemeye gerek duyduğum için başaramamıştım. öğrendiğim her şey sadece yolumdaki engelleri kaldırmıştı. sonra beyazdan benim kadar uzak, bazılarının leke saydığı renklerinden benim kadar memnun olanı bulmuştum.

sonra yatmaya gittim. sonra o geldi. sonra suratımı göğsüne yapıştırdım. kalbinin atışı, teninin kokusu, okşayışı, öpüşü, sevgisi sevindirdi beni. artık bir değildik, yeni değildik, zihinlerimiz ilk şaşkınlığından sıyrılmıştı. ne masumiyet ne de bilinçsiz bir çekim vardı bu işte. kimi sevdiğimi, sevgimin nedenini bilerek, kendimi olduğum gibi ve istediğim kadar açarak kucakladım onu. ayrı vücutlardaki kalplerimiz, farklı ritimlerle, birbirlerine bir ten uzaklıkta attı.

adem ve havva bilgi ağacının meyvesini yiyerek ne güzel bir iş yapmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder