8 Ekim 2009 Perşembe

iki

hastalığım bitti. zaten benim hastalığım öyle salak gibidir, ayran gönüllüdür, balık hafızalıdır, bir günü bir gününü tutmaz. geçti gitti işte. evde yatmam bile gerekmedi.

oysa ben de istemez miydim şımarıklık yapayım, manitam üfleye üfleye çorba içirsin, annem saçımı okşayıp "aç ağzını bakayım, uçak geliyoooo" diye şirinlik yapsın, bir gün işe gitmeyeyim de şirket batsın... ooof dostlar, of! yok işte, olmuyor. ne güçten düşebiliyorum, ne şımarıklık yapabiliyorum, ne de birileri hastalığımı umursuyor. şirkete de bensiz bir bok olduğu yok. paşa paşa devam ederler. yazar olmasa da iş yapılmayacak diye bir şey yok ki. hem onlara başka yazar mı yok? hahhayt! ellerini sallasalar ellisi! (ama var mı benim gibisi? dırınınım?!)

eskiden çalıştığım yerlerin benden sonra zorlandığı haberlerini almış, sık sık da geri çağrılmıştım. gitmesem de dönmesem de devam ettiler sonuçta, o kadar da mühim bir şahsiyet olamadım hiçbir zaman. şimdi düşünüyorum da arkadaşlarımın, sevdiceğimin falan hayatından çıksam bir şekilde, onlar da gayet devam ederler. nedir yani? her insanın bir yeri vardır, gittiğinde boşluğunu bırakır. o boşluk başka şeylerle dolar, dolmaz, bilemem. ama mühim bir nokta var ki sevgili okur (ayrıca sevgili pergel veya matkap kişisi); bir insan evladı size hayatının eeeeen ama en en en önemli şeysi (misal insanı, çalışanı, sevgi pıtırcığı, anlamı - özellikle de anlamı) olduğunuzu söylerse hiç çekinmeyin, çakın bir tane suratının ortasına. öyle bir tokat aşkedin ki aklı başına gelsin, hayatının kontrolünü o an eline alsın. bunu söyleyen patron olursa çakmayın ama ters ters konuşun, bıyık altından küfür edin. "o kadar önemliysem bana neden ortaklık teklif etmiyorsun lan hıyar" diye bağırın gerekirse.

çünkü efendiler, biliniz ki, eşşeğim diyene semer vuran çok olur. siz kendinize değer vermezseniz, enerjinizi sonuna kadar kullanıp da bunu gereğince takdir etmeyen insanların hizmetine sunarsanız, bir de üstüne inat edip aynı kafada devam ederseniz sinirleriniz bir yerden sonra kaldırmaz. öyle bir haftalık tatil de sizi kendinize getirmez. bile bile kaybedersiniz, bile bile tükenirsiniz.

siz de bu dertten mustaripseniz hemen reçetenizi yazayım: durun! herkes sizden bir şeyler beklemeye devam edecektir ama gerekirse kafanıza vura vura kendinize "hayır" demeyi öğretin. yoksa bir gün huniyi takar, hayır yerine "skerim hüleayn" dersiniz.

ay işte sevgili gönül dostları... ağzı olan konuşuyor, iyi mi?

ayrıca, hemen bir olay da anlatayım, tüy dikmeden bırakmayayım. dün "delirelim" dedi bana. ne cevap vereceğimi bilemedim çünkü ne yapacağımızı anlamadım. bilmece gibi de konuşuyor, 30 soru sormadan bir cevap vermiyor falan. ben de attığı oltayı tuttum, sordukça soruyorum. delirmek diyor yahu, boru değil. bir de bayağı delirmek böyle. nasıl oluyorsa? her neyse, sordum ben, o da "küstüm, söylemem" dedi. bunu da anlamadım. sorup da yine cevap alamayınca "eaaah" dedim. daha doğrusu, "git buradan" dedim. o da gitti.

beklemediğim bir şey değildi, gider o. belki bozulmuştur, bilmiyorum. ama bozulmasa da gider. şimdi de erkek bakış açısıyla, daha doğrusu pergel ve matkap yorumuyla dinlemek istiyorum neler olup bittiğini. akıllanmadım işte, hala merak ediyorum. hem deliliği, hem trip gibi yorumlanabilecek oyunlu cümlelerin nedenini.

hişşş... kime diyorum?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder