28 Eylül 2009 Pazartesi

iki

titreyip kendime geldiğim zamandan beri pek çok şeye oyun gözüyle bakabiliyordum. bu yüzden, belki de kurguyla devam etmek en iyisi olacaktı.

yıllar önce bir tarz belirlemiş ve farklı zamanlarda, farklı isimlerle ona mail göndermeye başlamıştım. başlarda şaşırmıştı ama ısrarcıydım. kendi çapımda yaptığım küçük deneme başarıyla sonuçlanmıştı. ilgisini çekmekle kalmamış, yazı ve düşünce tarzımı aklının bir köşesine kazımış, hatta beklenti bile yaratmıştım. farklı adreslerden yazsam da kim olduğumu şıp diye anlıyordu. ara sıra olta atıyor, bir anda ortadan kayboluyor, aylarca tek satır yazmıyordum. yine de sık sık yazıyordu bana. aklına takılanları, paylaşmak istediklerini, az kelimeyle çok anlam ifade eden cümlelerini...

maillerde büründüğüm kişiliği ece olarak biliyor, buluştuğumuzda bana ece'yi anlatıyordu. biz uzun süre görüşmezsek, ece'ye inci'den bahsediyordu. dolayısıyla her zaman yanındaydım ama o bunun farkında değildi. belki de farkındaydı ve bana çaktırmadan kendi oyununu kurmuştu.


yazdığım son maile cevap vermemişti. ece olsaydım, ya başına bir şey geldiğini ya da artık benimle ilgilenmediğini düşünürdüm. ısrarcı olabilirdim. ece olsaydım, peşini bırakmaz, bir cevap gelene kadar her gün oyunlu bir cümleyle taciz ederdim. cevap gelince de kaybolup giderdim.

şimdiyse iş yoğunluğunu, yaşadığı stresi, sinir katsayısındaki ani değişimleri biliyordum. dokunmak istemedim. ece isterdi, dokunurdu, bir ihtimal kötü düşüncelerini de dağıtırdı kısa bir süre.

ama ece düşünemiyordu. ben vardım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder