17 Eylül 2009 Perşembe

bir

beynimde zebaniler doğuruyordu sanki.
bol biranın beynimdeki yangını söndürdüğü gerçekti ama sonra bu bana yol, su, elektrik olarak geri dönüyordu. öyle ki gayet klişe bir üçlüyü bile umursamadan böyle kullanabiliyordum işte.
işten kaçıp yanına gittim. artık pek sık görüşemiyorduk ve onunla konuşmaya ihtiyacım vardı.
teras bir yere gittik, büyük bira 4 liraydı. ucuza yangın söndürücü, ne güzel. biraz sustuk, istanbul'da gün batımı ne acayipti. böyle bozcaada'daki, gökova'daki, ne bileyim alaçatı'daki gibi değildi. ne huzuru, ne neşesi, ne havası vardı. neyse ki konumuz bu değildi.
konumuzun ne olduğu kimin umrundaydı ki.
geçen sene askerden geldiğimde hayat bayram olacak sanmıştım, iş bu büyük bir sıçıştı. uzun uzun konuşmaya gerek yoktu. kredi kartı borçlarını, davarlamasına duvarlaşmayı, artık bibok yazamamamı, ruhumu boğazlayan gizli canavarları, efexor xr'ı, tüm bunları 'beyle beyle' konuşmaya gerek yoktu.
neye gerek vardı ki?
neye gerek varsa, sıkıntı vardı işte.
aklınıza gelebilecek ve hiçbir zaman gelmeyecek her şeyin ana kaynağı.
sıkıntı.
ben 3 tane 50'lik bira içtim, limonlu.
o da 2 tane dark içti. tarz meselesi.
üreten bir adam olup da bu duruma düşmeme üzüldüğünü söyledi.
1 hafta aralıksız uyuma planım ve uzaklara kaçma isteğim işe yaramazmış.
öyle diyorsa bir bildiği vardır, benim yok nasıl olsa.
dedim ya, malabadi köprüsü gibiyim son zamanlarda.
demedim mi lan yoksa? neyse, bazen karıştırıyorum.
alkol kana karıştıkça gelen neşeyle saçmalamaya başladık. en güzel yaptığımız şey buydu zaten.
da vinci şifresi zart zurt derken "pergeller ve matkaplar" diye bir şey çıkıverdi!
nasıl da şenlendik, gözlerimizde yıldızlar parladı.
karar verdik ve sustuk. hesabı ödeyip kalktık.
daha doğrusu, o ödedi.
ve işte bugün, kelimeler dökülmeye başladı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder