24 Eylül 2009 Perşembe

iki

yeteri kadar yazdıktan ve biraz daha fazla üşüdükten sonra hava durumuna küfür ederek içeri girdim. güneş şöyle bir görünüp kayboluyordu ama gece resmen acımasızdı. etrafta binlerce dansöz varken hava durumunun oynaklığı da şaşırtıcı olmamalıydı. bu mantıkta düşününce mevsim normalleri de hakikaten normal geliyordu insana.

koltuğa yayılmış, mor battaniyesine sarınmıştı. saatlerdir televizyon izliyordu galiba. ne güzel şeydi insanların bazen bana bulaşmaması. kafasına vura vura anlayış göstermesini sağladıysam da bir ödül vermemin iyi olacağını düşündüm; "n'aber lan düdük" dedim aksi aksi. normale döndüğümü anlamış olacak, "sana ne lan makarna" diye cevap verdi. böyle saçma bir iletişimimiz vardı ve galiba her şey yolundaydı.

televizyon izlemeyi sevmediğim için bilgisayarımı kucağıma aldım ve yanına oturdum. her zamanki gibi ilk iş, mailleri kontrol etmek. geleneksel spam şenlikleri dışında dikkatimi çeken bir tane vardı ki, o göndermişti. "
benyoksamnevar" diyordu. soruyu anlamak ve cevap vermek nispeten kolaydı çünkü hiç de filozof havamda değildim. zor olan, kelimelerin neden birleşik yazıldığını çözümlemekti. onun dışında zaten ne varsa ne vardı işte. hatta bir bakıma "ne var lan?! ne var"dı. insan kendi beninin ne olduğunu bilmezse ne olabilirdi ki? işte, ancak ne olabilirdi. ilk soru, ilk merak, kimden bile önce, aynayla ilk karşılaşmada sorulan ne. hiç de fena bir başlangıç olmamakla birlikte sadece bir ilk adım.

yine de iyi bir başlangıçtı. bu soruyu bile soramayan, daha da kötüsü,
ben'i yokedip ne'de kalanları düşününce...

minicik bir cevap yazdım. fazla kelime kullanmadan anlaşabiliyorduk ne de olsa. yine de cevabını bekleyemedim.
ben bir kurt olmuştu, beynimin kıvrımlarını arşınlıyordu. "köle ne demek?" dedim hemen. onun da cevabı gecikmedi.

"
mutluluktan mahrum bırakılmaya buna boyun eğmek"

düşündürücüydü. çünkü bir kelime fazla gibiydi. sanki cümleyi sevdiği sayı altıya tamamlamak ister gibi. ama karşımda bir oyunbazın bulunduğunu bildiğim için öküzün altında buzağı aradım. kısa süre sonra etraf çiftliğe dönmüştü. sürreel öküzüm görevi inekten devralmış, buzağı üretim tesisi açmıştı. minik hayvancıkların hepsini "buna" diye çağırıyorduk.

sorumluluk saydığı hiçbir şeyden vazgeçmeyecekti. yine de köle kelimesini o'na hiç yakıştıramıyor, burukluğunu değil ama mutsuzluğunu kabul edemiyordum.

önce "siktir lan" yazdım. sildim. ardından "müdür bu, buna konuş" yazdım. sildim. hiç geyik kaldırabilecek gibi çınlamıyordu sesi beynimde.

"mutluluktan mahrum bırakılamayacak kadar yalnızız" yazdım. gönderdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder